TUVALDEN CANLI DERİYE, UMUT KIRAN’IN RESMİNDE HAİKU KELEBEKLER
Umut Kıran’ın tuvallerine baktığınız zaman, birinin diğerine hiçbir zaman benzemediğini görürsünüz. Bu çok yönlülük, resim eleştirmenleri tarafından, onun; salt boyayan, resim üretmek için üreten bir tür hızlı fırça, bol renk müptelası bir ressam olarak değerlendirilmesi değildir. Çünkü, Kıran tablolarında bir formül veya bir sistem oluşturma kaygısında değildir. Resim yapma kaygı ve arzusu, kendi ayak izlerinin üzerine hiçbir zaman geri dönmeme düşüncesiyle ilişkilenir.
Bu noktada, sözgelimi, kendisini pancar, yonca, mısır vesaire ekili bir çok tarlayı işleyen bir çiftçiyle kıyaslar; aynı şekilde tablolarının da dört ayrı alana, belki de neticede aynı noktaya odaklanan dört farklı sorgulama yöntemine –ama her biri başka türde bir plastik çalışmaya denk gelen kendine özgü bakış açılarına- bağlanabileceğini tuvaline aktarır. Bu sorgulama/soruşturma yollarından birincisi, gündelik yaşama dair görüşlerin çıkış noktasını oluşturur.
Bu nokta da Umut Kıran’ın canlı deri üzerine yaptığı harika dövmeleri, yaratıcılık acısından gösterebiliriz. Diğer yönler, Japon Haiku şiirinin tuvale ve canlı deriye yansıması, otobiyografi, ludik(civelek, oynak) ve romanesk olarak adlandırılabilir: Kelebek,, koibalığı, ejderha melek, tribal, kanji harfler, lotus çiçeği, Japon bulutları, su dalgaları, samurai, geyşa…
Umut Kıran’ın tablolarında küçük bir tur atarken, renklerin ustalıkla kullanıldığı yukarıda sözünü ettiğim Japon Haiku şiirinin canlı deri üzerindeki usta Matsyo Başho’nun yüzyıllarca yıl önce yazdığı şiirlere de yolculuk yaparsınız.
Kıran, tablolarındaki geleneksel bir kompozisyon şeklini Japon Haiku şiirinin sıkıştırılmış nazım şekline bir ‘an’ içinde işlemiştir.
Şiir, nasıl önce ince bir dekor çizer, bir zemin hazırlarsa ve bu dekor ekseriyetle mevsimlerden birinin öğesiyle ilgili yalnız bir kelimeyse, Kıran’ın dövme Japon simgeleri canlı deride tuvalde güze doğru almış. Kıran, bu dekor içinde resmine konu olacak olayı; olayın önce başlangıcını, sonra sonunu; varlığını veya duygusunu yerleştirip görselle ilgili gözlere sunuyor. Başka bir deyişle ya da daha doğrusu işini bitiriyor ve ‘gözlerin’ işini başlatıyor.
Yukarıda sözünü ettiğim simgeler tabiatın içinde bir varlıklardır. Tabiatın renkli zenginliği, Haiku şiirde en başta gelen öğelerdendir:
“Savrulup çarpma servi ağacına güz kelebeği…”
‘Kelebekler’ bir başkadır…
Kelebek, bir çiçeğin ki, dişi simgedir çiçek, onun zarfından nektar içen bir aşığın simgesidir şiirde ve Kıran’ın canlı deri üzerindeki resminde. Bir gün içinde doğar, uçar ve ‘aşk delisi’ olarak sevişerek intihar ederek ölürler. İşte o an, kelebeklerin toplu intihar ettikleri o an, ‘kokuyu arayan kelebeklerin serbest bırakılması’ olarak tanımlanır, Haiku şiirde ve canlı tuvalde.
‘Kelebekler’in yalnız gezme gibi tedbirsizlikleri hiç yoktur. Hep çift dolaşırlar, tıpkı Kıran’ın metal fırçayla canlı deriye bir hattat ustalığıyla işledikleri gibi…
Baharda erik, kiraz ve şeftali ağaçlarının çiçekleri dökülmeye başladığında, (eğer bir kelebek ve erik ağacının çiçekleri Kıran’ın resminde tasvir edilirse, bu, Hiaku şiirde bu uzun ömür ve bakir güzelliği anlatır ve resme bakan meraklı gözün uzun ömürlü olmasına dair çok kuvvetli bir dileği ifade eder.) bu ağaç yükselen ‘Kelebekler’i ve dökülen çiçeklerin de ağaca dönmelerini sanar insan. Ve, sonra da toplu intiharlar gelir.
Haiku’nun kehanet mısralarından birinin düz yazıya getirilmiş şeklinin anlamı şudur:
“Rengârenk kelebek, çiçeklerin arasında dans ediyor, sarı asma kuşu söğüt ağacında ötüyor…”
Burada asma kuşu ve söğüt ağacı dişil simgelerdir. Ölmüş bir eş kocasına kelebek olarak geri gelebilir veya görünebilir.
Ve, çok bilinen bir öyküde, ölü genç kızın ruhu mezardan kelebek olarak çıkar ve havada kanat çırpmaya başladığında kendine hemen bir eş bulur, tıpkı Kıran’ın canlı deriye metal fırçayla kazıdığı dövmelerde olduğu gibi…
Vecdi Çıracıoğlu